Hicrî birinci asrın ortalarında vukû bulan siyasi çalkantılar, fikri yozlaşmalar, yabancı kültür akımları, Osman b.Affan’ın katliyle inkişaf eden şia ve havaric fırkaları, hicrî ikinci asrın başlarında boy gösteren felsefî ve itikadi mezhepler hadis ilminin tekamülüne zemin hazırlamıştır. Bu batıl mezhepler, ehli Sünnet’e muhalif görüşlerini delillendirmek için Kur’an’da kendi görüşlerine benzer bir ayeti tevil ederken,görüşlerine aykırı olan bir hadisi tevil etmeyip reddetmişlerdir. İşte fitnenin zuhur ettiği böyle bir dönemde, sünnetin yok edilme tehlikesi ile karşı karşıya kalan alimler, hadisleri müdafaa etmeye başlamışlardır.
Bilindiği üzere sahabe daha Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) hayatta iken hadislere çok önem vermişlerdir. Sahabe-i Kiram güçlü bir hafızaya sahip oldukları için Resulullah’tan duydukları, şahit oldukları fiilleri tatbik ederek hafızalarına kaydetmişlerdir. Arap kavimlerinin güçlü bir hafızaya sahip olduklarını gösteren çok misal vardır. Mesela; İbn Abbas, Mescidi Haram'da hiç işitmediği
bir kasideyi bir defa dinlediği zaman onu hemen hıfzetmiş ve orada bulunanlara hata yapmaksızın tekrar etmişti. Ayrıca, meşhur Katâde, kendisine, ashabtan Câbir İbn Abdillah'ın hadislerini ihtiva
eden bir sahife okunduğu zaman onu hemen hıfzetmişti.1
Bununla beraber yazı sanatına da büyük ehemmiyet verilmiştir. Resulullah’ın izni dahilinde hadisleri yazıya geçiren sahife sahibi sahabeler de bulunmaktadır.
HADİSİN İKİ TEMEL ÖĞESİ
Hadis ilmi, isnad ve metin olmak üzere iki temel unsurdan oluşur. İsnad, hadisi birbirine rivayet ederek sonrakilere ulaştıran kimselerin yani ravilerin tarihi sırasıyla zikrettikleri kısma , ravi isimleri zincirine denir.2
İsnadında herhangi bir kopukluk olmaksızın Hz.Peygambere veya bir başkasına nisbetle rivayet edilen söze muttasıl, sadece Resulullah’a nisbet edilen söze merfu denir. Bazı âlimler isnad ile senedi aynı manada kullanırken İlk dönemdeki muhaddisler ise senetle isnadı farklı manalarda kullanmışlardır. Senedin ravilerin isimlerinden ibaret olduğunu, isnadın ise rivayet lafızlarından müteşekkil olduğunu söylemişlerdir. Hadis rivayetinde tariklerden şüphe duyulmaya başlayınca isnad sistemi kullanılmaya başlanmıştır. İsnad, hadisin sıhhatini tespit etmek için önemli bir sistemdir. Hadislerin başına ravi zincirinin eklenmesi muhaddislerin titizlikleri ve gayretleri sonucu gerçekleşmiştir. Çünkü bu zincirler, hadisin dayanakları, sahihliğinin belgeleri niteliğindedir.
Nitekim isnadın uygulama yöntemine ilişkin bazı önemli tesbitler yapan İbn Sirin (ö.110/728) ‘’Önceleri isnaddan sormazlardı ne zaman ki fitne meydana geldi ravilerinizin isimlerini bize söyleyin demeye başladılar’’ ifadesiyle fitne devrinden itibaren uygulandığını görürüz.
Eğer isnad olmasaydı sahih olanla sahih olmayanı birbirinden ayırmak imkânsız olurdu. Bundan dolayı ulema hadisleri kimden aldığına bakmış yeni bir usûl ilmi geliştirmiştir. İsnadın önemine dair Abdullah ibnu'l-Mubarek (Ö. 181) şöyle söylemektedir "isnâd dindendir; o olmasa
idi, isteyen istediğini söylerdi "3
Muhaddisler, isnad sisteminin İslam medeniyetine has bir kurum olduğunu ve başka medeniyetlerde olmadığını defalarca dile getirmişlerdir. Buna dikkat çeken alimler hadislerin sıhhat şartlarına ve dinimizde olmayan bir şeyin dinimizdenmiş gibi gösterilmesine, herkesin aklına geleni isnadsız bir şekilde söylemesinin önüne geçildiğine dikkat çekmişlerdir.
Metin ise senedin sonunda ravilerin naklettikleri sözlü kısımdır. Alimler, Rivayet edilen metnin Hz.Peygambere ait olup olmadığını,onunla amel edilip edilmeyeceğini ortaya koyan bazı ilim dalları geliştirmişlerdir. Bunlar; Garibu’l hadis, muhtelifu’l hadis, nasih-mensuh, ahad hadisin tarikiyle ilgili metin ilimleridir.
HADİS İLMİ
Hadis ilmi denince akla ilk olarak rivâyet ve dirâyet ilimleri gelmektedir.
Rivâyet; Hz.Peygamberin kavli, fiili ve sıfatlarından ibaret olan yazılı nakillerin tespit edildiği bir ilimdir.
Dirâyet ise; ravi ve mervinin makbul olup olmamak bakımından hallerini gösteren bir takım bilgilerden meydana gelen ilimdir.
Hadis ilimlerinden bir diğeri de’’muhtelifu’l hadis’dir. ‘’Zahiren birbirine zıt hükümleri ihtiva eden,fakat hakikatte tezat halinde bulunmayan, diğer tabirle; araları telfik ve cem edilebilen iki hadise ‘muhtelefu’l hadis’ denir.’’4
‘’Fakat bu çetin işe ancak, fıkıh ve hadis ilimlerine vakıf ince manaları bilebilen alimler girişebilirler.’’ 5
Cerh ve Ta’dil ilmi
Hadis tenkîd tarihinin başladığı zaman olarak ifade edebileceğimiz tâbiûn dönemi ile birlikte münekkid alimler, Hz. Peygamber’e ait olan hadisleri tesbit edebilmek için hadis nakleden ravinin adalet ve zabtı sorgulanmıştır. Adelet6 ve zabt7’ında kusur olanların riveyetleri terkedilmiş, olmayanların ise kabul edilmiştir.
Cerh; hafızası kuvvetli ve dikkatli bir alimin fısk ve yalancılık gibi kendisinde bulunan veya güvenilir ravilerin rivayetine muhalefet etmek gibi rivayetinde yer alan bir kusurdan dolayı hem kendisinin hem de rivayetin reddedilmesidir. Raviye böyle bir kusuru nisbet eden kimseye carih, kusurlu kişiye de mecruh denilir. Ta’dil; raviyi,rivayetinin kabulünü gerektiren sıfatlarla nitelemek manasını taşır. Raviyi böyle sıfatlarla niteleyene muaddil denilir.
HADİS ISTILAHLARI
Mütevatir Hadis
Aklın, yalan üzerinde birleşmelerini adeten mümkün görmediği raviler topluluğunun, her nesilde, kendileri gibi bir topluluktan alıp naklettiği,işitme, veya görmeye dayanan hadistir. Kesin bilgi ifade ettiği için mütevatir hadis ile amel etmek farz, reddetmek ise küfürdür.
Mutevâtir hadisler, ya lafzi ya da manevi olurlar.
a) Mutevâtir lafzi : isnadın başında olsun, ortasında veya sonunda olsun, bir hadisin, kalabalık bir topluluk tarafından rivayet edilmesidir. Mesela, bir veya iki tabi`i tarafından rivayet edilmiş
olan bir hadis, sonradan, kalabalık bir cemaat tarafından rivayet edilmeye başlasa, bu hadis, mutevâtir hadislerden addedilmez. Mutevâtir lafzinin en güzel misali Kur'an Kerimdir.
Sahabeden itibaren, her devirde, sayılamayacak kadar çok sayıda Müslüman tarafından nakledilmiş ve tek bir harfi değişkliğe uğramadan zamanımıza kadar bu şekilde gelmiştir. Hadisler arasında mutaykir lafzi olanlar çok azdır. Ibnu's-Salah, bunların başında men kezebe aley yemute` ammiden . hadisini zikretmiştir. Bu hadisi, Hazreti Peygamberden
40, bir rivayete göre de 62 sahabi rivayet etmiştir. Bunlar arasında Cennetle tebşir edilen 10 sahibi de vardır.
b) Mutevâtir manevi : Kelimenin manasından da anlaşıldığı gibi
Lafzi mutabakat ı olmayan ve manâ üzere rivayet edilen hadislerdir. Mamafih, lafzi mutabakat olmasa bile bu hadislerde de yalan üzerinde birleşmeleri ihtimal dahilinde olmayan kalabal ık bir cemaatin rivayeti şart koşulmuştur. Ancak böyle hadislerde tevatür derecesine yükselen husus, hadisin aslıdır, yahut özüdür. Mesela, ravilerden birisi "fulân kimse bir deve hediye etti" şeklinde bir haber rivayet etse bir başkası bu haberi "fulan kimse bir at hediye etti" bir diğeri "fulan kimse şu kadar kuruş hediye etti" şeklinde rivayet ederler. Bu rivayetlerde, tevatür derecesine yükselen husus, "fulan kimsenin bir şey hediye etmesi" dir.
Es-Suyâti, mutevâtir manevi hadise misal olarak Hazreti Peygamberin ref u'l-yedeyn fid du`a esnasında ellerin kaldırılması" hadisini zikretmiştir. Bu hadisin, muhtelif kaziyelerde zikredilmiş 100 kadar rivayeti vardır; bu kaziyeler tevatür derecesinde olmamakla beraber"( Dua esnasında ellerin kaldırılması)", bütün rivayetlerde müşterektir ve tevatür derecesindedir. 8
SAHİH HADİS
Adalet ve zabt şartlarını hâiz râvilerin, Hazreti Peygambere kadar
uzanan muttasıl bir isnâdla rivayet ettikleri, şâz ve illetten ari müsned
hadislerdir.9 Bir hadisin sahih olabilmesi için şu şartlar aranır: İsnadı muttasıl olacak,Ravileri adil ve zabt olup şazz olmayacak, illet sebebi bulunmayacak.
HASEN HADİS
Adalet şartını hâiz olmakla beraber zabt yönünden, sahih hadis râvilerinin derecesine ulaşamayan kimselerin, muttasıl isnâdla rivayet ettikleri söz ve illetten ari hadislere hasen denilmiştir.10
Hasen hadisler ,sahih hadislerin şartlarının hepsine haiz olmakla beraber onları sahih hadislerden ayırt eden yegâne fark, ravisinin, zabt yönünden sahih hadis ravisi derecesinde olmamasıdır.
ZAYIF HADİS
Zikretmiş olduğumuz sahih ve hasen sıfatlarından hiçbirisini veya bazısını ihtiva etmeyen hadislere zayıf denilmiştir. Hadis usûlü içerisinde yer alan bir takım kriterler, imamları zayıf hadisleri rivayet etmeye sevketmiştir. Zayıf hadisin peygambere ait olma ihtimalindrn ötürü hadisin zayi edilmesine taraftar olunmamıştır.
İbn Teymiye, zayıf bir rivayetin batıl ile sahih rivayetin arasında yer aldığı, bu sebeple her iki ihtimali taşıdığı, rivayet edilmesinin de sıhhat ihtimali taşımasından kaynaklandığı kanaatindedir. O bu kanaatini şu cümlelerle izah eder:
"Batıl ve mevzu olan bir rivayete iltifat etmek caiz değildir, zira yalan bir şey ifade etmez. Sahih olduğu sabit olan bir rivâyet ile hüküm sabit olur. Ancak br rivayet her iki ihtimali de taşıyorsa doğru olma olasılığından ötürü rivayet edilmiştir. " (Buhari, Enbiya 50)
İbn Teymiye zayıf hadisin peygambere ait olma ihtimali taşıması sebebi ile rivayet edilebilmesini ehl-i kitaptan rivayetin cevazına benzetmektedir:
"Bu durum Buhârî’nin Abdullah b. Amr’dan rivayet ettiği şu hadise benzer: "Benden bir ayet de olsa tebliğ ediniz. İsrailoğulları’ndan rivayette bulunmanızda bir sakınca yoktur. Kim bile bile bana yalan isnad ederse, cehennemdeki yerine hazırlasın.” Bir diğer sahih hadiste de ‘Ehl-i kitap size rivayette bulunursa onları ne tasdik ne tekzip ediniz.’ (Ebu Dâvûd, İlim 2) buyrulmuş, böylelikle tasdik etmemek ve yalanlamamak şartı ile onlardan rivayete cevaz verilmiştir. Onlardan mutlak olarak rivayette bulunmakta herhangi bir fayda olmasa idi buna cevaz, böyle bir emir verilmezdi.’’
Onun bu ifadeleri zayıf rivayetler ile israliyat’ın sıhhat ihtimali taşımaları açısından benzerlik taşıdıklarına işaret etmektedir. bu durumda ehli kitaptan rivayette bulunmada nasıl muhtemel bir fayda bulunuyor ise zayıf hadis rivayetinde de böyle bir fayda hasıl olabilir. Ancak İbn Teymiye’nin vurguladığı bir diğer husus,ehli kitaptan ‘tasdik etmemek ve yalanlamamak’ şartı ile rivayette bulunabilmesidir. O takdirde zayıf hadislerin sıhhat ihtimaline bağlı olarak rivayeti de aynı koşulu bünyesinde barındırmalıdır.11
SONUÇ
Mütevatir hadislerin dışında hiç bir hadisin sübûtu katiyet ifade etmez. Bir hadis hakkında mevdu hükmünü vermek ise o hadisin peygambere ait olmadığını kesin olarak ifade etmek anlamına gelmektedir. Bu durumda mütevatir ve mevdu dışında, hadislerin tamamının sübûtu ile ilgili verilen hükümler zannî bir değer taşımaktadır. Sıhhat araştırması işte bu tür hadisler için devreye girer, hadisin sahih, hasen, zayıf ya da çok zayıf oluşu belirlenmeye çalışılır.
Allah svt Resulüne kur'an'ı şerh edip açıklamasını şu ayetle emretmiştir:’’(Ey Resulüm!) Sana da Kur'an'ı indirdik ki kendilerine indirileni insanlara açıklayasın’’(Nahl,44)
Kullarına da Resûlü'nün beyanlarıyla amel etmelerini,nehyettiklerinden sakınmalarını şu ayetle emretmiştir: ‘’ Peygamber size neyi verdiyse onu alın,size neyi yasak ettiyse ondan sakının’’(Haşr,7)
-Dipnotlar-
(1) ez-Zehebi, Tezkiratu'l-huffâz, I. 116
(2) Abdullah Aydınlı, Hadis ıstılahları sözlüğü,279.
(3) Muslim, Salah (Nevevi şerhi), I. 45.
(4) M.Tayyip Okiç,Bazı hadis meseleleri üzerine tetkikler,s.116.
(5) İbnu’s-Salah,Ulumu’l hadis,s.257.
(6) Adalet; takva ve mürüvvet halini gerektiren bir melekedir. Takva ise şirk,
fısk ve bid’at gibi kötü işlerden sakınmaktır. Adalete taalluk eden
kusurlar beş tanedir. Bunlar en şiddetli olanından hafifine doğru
şöyledir: 1.Râvînin kasti bir şekilde Hz. Peygamber’in söylemediği bir
şeyi ona izafe etmesi. 2. Râvînin Hz. Peygamber’in hadîslerinde yalanı
görülmese bile toplum içerisinde yalan söyleyen bir kimse olarak
tanınması. 3. Râvînin küfür derecesine varmayan (İslam’ın haram kıldığı
büyük günahları irtikap ettirecek) fiil ve sözlerinin bulunması. 4.
Râvînin ehl-i bid’at olup, savunduğu fırkanın dâilerinden olması. 5.
Râvînin mechûl olması yani cerh ve ta’dîl (adalet ve zabt) yönünden
bilinmemesidir. Hâfız Ahmed b. Ali b. Hacer el-Askalânî, Nuzhetu’n-
Nazar fî Tavdîhi Nuhbeti’l-Fiker fî Mustalahi Ehli’l-Eser, (thk. Nûruddîn
Itr), Matbaatu’s-Sabâh, Dımeşk, 1421/2000, s. 58, 88.
(7) Zabt iki çeşittir. a. Göğsün zabtı yani insanın duyduğunu dilediği zaman
hatırlayabilmesine imkân sağlayacak şekilde bellemesidir. b. Kitabın
zabtı ise, işittiği ve tashîhini yaptığı andan edâ edinceye kadar
kitabındaki hadîsleri korumasıdır. Zabta taalluk eden kusurlar da beş
tanedir: 1. Râvînin aşırı hata (fuhş-u ğalat) yapması. 2. Aşırı gâfil (fuhşu
ğaflet) olması. 3. Vehm üzere rivâyet etmesi. 4. Sika olan râvîlerin
rivâyetlerine muhalefet etmesi. 5. Doğrularını geçmeyecek derecede az
hata yapan kötü hafızaya sahip (su-î hıfz) biri olması. İbn Hacer,
Nuzhetu’n-Nazar, s. 58-59, 88.
(8) Talat Koçyiğit, Ulumu’l Mustalahu’l Hadis,s.45,ibnu's-Salâh, Ulumu’l Hadis, s. 227,375
(9) İbn Hacer, Nuhbatu'l-fiker,
(10) İbn Hacer, Nuhbatu'l-fiker, s. 24.
(11) İbn Teymiye, Feteva,18,67. Kütüb-i Sitte’den Örneklerle Zayıf Hadis Rivayeti, Dr. Ayşe Esra Ağırakça Şahyar bk.