Hadis İlmi ve usulü

Hamd, insanı zayıf (eksik) yaratmasına karşın Onu başıboş bırakmayarak,afaki ve enfüsi uyarıcılar gönderen ve nihayet tüm bunlara rağmen kendi nefislerine zulmeden kullarını samimi tevbe ettiklerinde onlara bağışlanma sözü veren ve verdiği sözden asla vazgeçmeyen Allah’a (c.c) mahsustur.

Salat ve Selam, Allah’ın (c.c) kitabı keriminde; Biz kullarına üsve-i hasene (rol model) olarak tanıttığı, Allah’ı (c.c) sevmenin ancak kendisine ittiba ile sağlanacağını bildirdiği, kitabı kerimin bize düşkünlüğü ve sadakati ile övdüğü ve yüce Allah’ın kurtuluşumuz için kendisine ve O Resul’e itaati şart koştuğu O kutlu elçiye; Muhammed Mustafa’ya (sav) olsun!

Bu kısa ve çelimsiz çalışmanın kaleme alınmasına vesile olan "İlim Kapısı” çalışanları kardeşlerime teşekkürü borç bilmekteyim. Çünkü sosyal medya üzerinde haberleri takip ederken kendilerinin kitap hediye edeceği bir yazı müsabakası düzenlediklerini gördüm ve açıkçası heyecanlanarak bu müsabakaya katılmak için niyetlendim. Ancak daha sonra bu fakir talebenin ilminin ve edebiyatının yetmeyeceği yazılar kaleme alınacağını düşünerek vazgeçtim. Bir de buna ihlassızlık vesvesesi eklenince bunun benim ahiretim içim faydalı olmayacağı vehmine kapıldım. Ancak daha sonra konu başlığı olan "Hadis İlmi ve Usûlü” üzerine tefekkür etmeye başlayınca; o anda Hz. Peygamber’in (sav) şu hadisi şerifleri zihnimi nurlandırdı: "Şunu iyi biliniz ki, bana Kur'an-ı Ke­rim ile birlikte onun bir benzeri de verilmiştir. (Bu konuda) dikkatli olun; (çünkü) koltu­ğuna kurulan tok bir adamın ‘Size (Hz. Peygamberin sünneti / hadisleri değil) sadece şu Kur'an lazımdır, onda bulduğunuz helali helal, haramı da haram kabul ediniz yeter!’ diye­ceği (günler) yakındır...” Bu hadisi şerif, teknik açıdan ve içerisinde yaşamış olduğumuz zaman dilimi açısından birçok kez sahih oluşunu ispatlamıştır. Ahirette Hz. Peygamber’in (sav) bir ilim talebesi olarak benden şikâyetçi olmasından korkuyor olmam ve bu zaman diliminde yaşayan bir ümmeti Muhammed neferi olarak safımı belirginleştirmek ve sorumluluğumu yerine getirmek adına küçük de olsa bir adım atmak istedim. Bu çalışmanın başta nefsim, ailem, "İlim Kapısı” çalışanı kardeşlerimin ve ümmeti Muhammed için ahirette şahit olmasını Rabbimden niyaz ediyorum.

Bu kısa ve çelimsiz çalışmada Usûl-ü Hadis terminolojisinin teknik boyutlarına çokça girmeden (zira bu alanda oldukça faydalı ve geniş çalışmalar zaten yapılmıştır.) 21.yy Müslümanın hadis ilimlerine karşı nasıl bakması gerektiği, nasıl faydalanabileceği ve batılın, bu ilmi nasıl ve neden küçük düşürmek istediği üzerine bazı mülahazalar yapmış olacağız. Çalışmanın hikâyesi, sebebi ve sınırlarına dair bu kısa açıklamalardan sonra Rabbimizin inayetiyle konumuza giriş yapmak istiyorum.

İnsanlık, tarih boyunca sosyal bir düzen kurmaya çalışmıştır. İlkel kabile ve toplumlardan tutun, bugün 21.yy insanlığının dahi temel hedefinin yine bu olgu olduğu görülmektedir. Batının toplum bilimlerinin (sosyoloji) kurucusu olarak kabul ettiği; Auguste Comte'a göre dinin incelenmesinin amacı, dinin bütün insan toplumlarındaki fonksiyonunu göstermektir. Din ikili bir zorunluluğun sonucudur. (Hak ve Batıl gibi) Her toplum zorunlu olarak "consensus",yani toplumu meydana getiren kesimler arasında anlaşmayı, üyelerin mutabakatını ihtiva eder. Sosyal birlik, birlik ilkesinin, yani bir dinin bütün fertler tarafından kabul edilmesini zaruri kılar. Buna göre sosyal düzeni tesis eden dindir. Bu cümleden olarak, tarih boyunca sanatsız, felsefesiz veya medeniyetsiz toplumlar var olabilmişse de dinsiz bir toplum var olamamıştır.

 

İnsanoğlu varlığın başlangıcını ve sonunu düşünürken akılla kesin biçimde çözemediği evrensel sorunlarda dini değerlere yönelmiştir. Dinin en önemli ilkelerinden olan inançlar, kâinata ve hayata anlam vermekte insanları derin biçimde etkilemiştir. Kutsal değerler toplumun çeşitli kültür unsurlarını yönlendirmiştir. Böylece insan, hem âlemin başlangıcını ilahi güce bağlamış, hem ölümden sonraki hayata hazırlanmaya çalışmış, hem de bu dünyada davranışlarından sorumlu olacağını idrak etmiştir.

 

İnsanlık tarihinin ihtiva ettiği bu anlam arayışının tek çıkar yolu olan; "din”, dünya hayatının bir imtihan bölgesi olması hasebiyle ve insanın keyfi arzularının sonucu olarak mütemadiyen tahrif edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Nitekim çoğu kez bu meylin sonucu olarak tahrif operasyonları başarılmıştır. Aklın da gereği olarak; "bir” olan yaratıcının kullarından ittiba etmeleri için tek bir dinin müntesibi olmalarını istemesi gerekir ve nitekim böyle de olmuştur. Allah’ı ilah olarak kabul eden tüm toplumlar tek bir ilaha, dolayısıyla tek bir dine itaat ile emrolunmuşlardır. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilir: "Senden önce hiçbir resûl göndermedik ki ona: «Benden başka İlâh yoktur; şu halde bana kulluk edin» diye vahyetmiş olmayalım.” Dolayısıyla her peygamber gönderildiği toplumu bir olan Allah’a kulluğa davet etmiştir. Ve bu da, tek Allah’ın tek dini olduğunun ispatıdır. Hz. Âdem’den (as) son peygamber; Hz. Muhammed Mustafa’ya (sav) kadar tüm peygamberlerin dinleri ve davetleri "bir” olan Allah’a kulluktur.

 

Bu bağlamdan yola çıkarak yeryüzünde varlığını büyük ölçüde sürdüren (tahrif olmuş biçimde) dinlerin tarihleri kronolojik olarak incelendiğinde, Hristiyanlık aslında Yahudiliğin devamı niteliğindedir. Hz. Musa’nın (as) hayatında ve özellikle vefatından sonra, kendi benliklerinin esiri olan İsrail oğulları dinlerini tahrif etmiş ve böylece lanetlenmiş bir kavim olarak yeryüzünde adeta diğer toplumlar için baş-belası, geçimsiz, tutarsız, duygusuz, adaletsiz ve dinsiz(kutsal kitaplarının tahrifi anlamında) bir toplum halini almışlardır. Bugün, bu kural tanımaz yönleri ile her türlü ahlaksızlığı, aldatmayı ve caniliği kendi uyduruk ve ütopik ideallerine giden yolda her şeyi mubah görerek zalim bir hükümranlık kurmuşlardır. Kur’an-ı Kerim onların bu hale gelmelerinin sebebini bizlere şu ayetle haber vermektedir: "Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler (kitaplarını tahrif ederler). Kendilerine öğretilen ahkâmın (Tevrat'ın) önemli bir bölümünü de unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün…”.

 

Yahudiliğin hem devamı olarak hem de İsrail oğullarının akrabaları olan Hristiyanlık âlemi de çok farklı bir durumda değildir. Kur’an-ı Kerim onların durumunu ise şu ayetle bizlere haber vermektedir: "Yahudiler, "Uzeyir Allah'ın oğlu" dediler, Hıristiyanlar da "Mesih Allah'ın oğlu", dediler. Bu onların kendi ağızlarıyla uydurdukları sözlerdir. Daha önce inkâra sapmış olanların sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin, nasıl da saptırıyorlar!” Dikkat edilirse ayette: "Bu onların kendi ağızlarıyla uydurdukları sözlerdir.” ibaresi dinin metinlerini, kutsalların tahrifini ifade ediyor gibi. Ayrıca "Daha önce inkâra sapmış olanların sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin, nasıl da saptırıyorlar!” ibaresi ise Yahudilerin taklitçiliğini yaptıklarını ifade ediyor gibi. Allah en doğrusunu bilendir.

 

Yahudi ve Hristiyanlığın bu sapma serüvenin kısa tahlilinden sonra, bu konunun bizim asıl konumuz olan "Hadis İlimleri” başlığına bağlanma noktasına gelmiş bulunuyoruz. Ehl-i kitabın bu durumu Kur’an-ı Kerim’de bizlere ibret alınmamız için anlatılmıştır elbette. Nitekim Kur’an-ı Kerim bizlere bu kıssalarla ilgili olarak şu uyarıyı yapmaktadır: "(Ey Muhammed!) Peygamberlerin haberlerinden, kendileriyle senin kalbini pekiştirdiğimiz her bir haberi sana aktarıyoruz. Bunlarda, sana hak, müminlere de bir öğüt ve hatırlatma gelmiştir.”İşte Kur’an-ı Kerim’inde bizlere açıkladığı gibi; şayet inanan toplumlar bu yaşanmış olaylardan ders almayıp, kendi kutsallarına karşı ciddiyetsiz ve art niyetli yaklaşacak olurlarsa, dinlerinin muhtevasını ve tekâmülünü bozmuş olacaklar. Bunun neticesi olarak da Allah’ın öfkesine ve gazabına duçar, rahmetinden de mahrum olacaklardır. Nitekim yeryüzünde ki her din ve ideoloji bir takım kutsallar ile hayat bulur, müntesiplerinin bu kutsallara bağlılıkları ile gelişir ve bu kutsalların hayatiyetine paralel olarak hayatta kalabilirler. Bu durum, kâinatı yoktan var eden Allah’ın (c.c) kâinata koyduğu bir kanun ve ölçüdür.

 

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, dinlerini tahrif ederek kendi ütopik idealleri için her şeyi mubah gören ehl-i kitap, 21.yy’a gelene kadar dünyaya olan hırsları ve Müslümanların tembellikleri sebebiyle dünya üzerinde salt hükümranlık kurarak, süper güç haline geldiler. Bu bağlamda tüm dünyayı ele geçirinceye kadar da durmayacakları aşikârdır. Bunun için önlerinde ki en büyük engel olarak da, tek ve hak din olan İslam’ı ve Müslümanları görmektedirler. Bu cümleden olarak Müslümanların var olduğu günden bu yana sürekli, çeşitli hile ve desiselerle onları saf dışı bırakmak istemiş, bunun için çeşitli tuzaklar tertiplemişlerdir. Asr-ı saadetten bu yana ehl-i kitabın Hz. Peygamberi yalanlamaları, O’nu yalancı görmeleri ve bu bağlamda faaliyetler icra ettikleri yaşanmış birer vakıadır. Nitekim Hz. Peygamber döneminde İbn-i Selül gibiler, daha sonra hülefa-i raşidin döneminde Hz. Ömer’i şehit ettirdiler, Cemel ve Sıffi’nin fitilini ateşlediler, Selçuklu döneminden başlayıp Osmanlı’yı aşan ve bu güne dek uzanan "Haçlı Seferlerini” ilan ettiler.

 

1935 yılında Kudüs Misyonerlik Konferansın da konuşan Rahip Samuel Zwemer şöyle sesleniyor: "Sizden Müslümanları Hristiyan yapmanızı istemiyoruz. Sizin asıl göreviniz Müslümanları İslam dininden uzaklaştırmaktır. Doğumlarından ölümlerine kadar haç takmasınlar, kiliseye gitmesinler, vaftiz olmasınlar ama Hristiyan gibi yaşasınlar. Bunu çağdaşlık adı altında yapın. Allah’ı ve Peygamber’i tanımayan bir nesil büyük işlerle idarelerle uğraşmaz; idealsiz, dinsiz, mefkûresiz yaşarlar. Rahatı, tembelliği, parayı ve nefislerini sever; arzu ve şehvetlerini tatmin için uğraşırlar. Müslümanları vaftiz etmek için boş yere çabalayıp durmayalım. Başka yollar, başka çareler deneyelim. İslam memleketlerinde girişeceğimiz faaliyetlerde onlara, Hristiyan adetlerini, Hristiyan bayramlarını, Hristiyan kültürünü, Hristiyan ahlakını aşılayalım. Bir Müslümanın doğumundan ölümüne kadar kimliğinde Müslüman yazabilir, fakat bir Hristiyan gibi yaşayarak cami önünde ki teneşire yatmalıdır. Kiliseye gelmesine gerek yok, varsın camiye gitsin. Ama bir Müslüman’ı hayatı boyunca Hristiyan gibi yaşatmalıyız.”

 

            Ehl-i kitap/Batıl dünden bugüne çok çalışmıştır ve çalışmaya da devam edecektir. Artık toplumları nasıl sömüreceklerini çok iyi bilmektedirler. Özellikle kutsalları tahrif konusunda çok tecrübelenmişlerdir. Kendi dillerinden bir ifadeyle "book falsifications" (kitap tahrifçileri) haline gelmişlerdir. Bu bağlamda işin en önemli ayağını oluşturan İslam’ı anlaşılmaz ve şüpheli bir din haline getirmek için akademik çalışmalar yapmaktadırlar. Oryantalistler/Müsteşrikler yetiştirip bunları Müslümanların arasına birer zehirli akrep gibi salmaktadırlar. Bu cümleden olarak tarih boyunca batının ve bâtılın vazgeçmedikleri oyun "kaleyi içeriden işgal etmektir”, bunun için içimizden satın aldıkları ilim müsveddeleri, daha ağır bir ifadeyle Bel’amlar tarih boyunca var olagelmiştir. Elbette bunda Müslümanların tembelliklerinin payı oldukça büyüktür. Örneğin bugün hadis tarihi ile ilgili, fıkıh tarihi ile ilgili, kelam tarihi ile ilgili ve de bu ilimlerin incelenmesi konusunda bizim akademik çalışmalarımızdan çok daha büyük müktesebatlar ortaya koymuşlardır. Bugün Türkiye’de yaşayan bir Müslüman olarak eğer kendi dilinizde kapsamlı bir ansiklopediden çalışma yürütmek isterseniz; karşınıza çıkacak en mükemmel eserlerden biri "Diyanet İslam Ansiklopedisidir.” Gerçekten hakkı verilmesi gereken muazzam bir eserdir. Hazırlanması onlarca yıl sürmüş kaliteli bir eserdir. Ancak yukarıda bahsini açtığımız konularla alakalı bir araştırma yapınca fark edilecektir ki; Hocalarımızın verdiği bilgilerin birçoğunun tasnifi ve tahrici batılı oryantalistlerin makale ve çalışmalarından elde edilmiştir.

 

            Konuyu toparlamak ve parçaları birleştirerek ilerlemek gerekirse, Kur’an içinde şek ve şüphe bulunmayan bir kitaptır. Kur’an apaçık bir kitaptır. Ancak yine Kur’an, tüm eksikliklerden münezzeh olan Allah’ın (c.c) kitabıdır. O Allah ki Alîm ve Hakîm olandır.  İlmini hikmetiyle birleştirendir. Hikmet ise her işi yerli yerince yapabilmektir. Allah (c.c) kullarının zayıf ve sıkılgan olduklarını en iyi bilendir. Bunun için Kitab-ı Kerim’i sıkılmadan okuyup hayatlarına aktarabilmeleri için ve de dünya ve ahiretin imarı için gerekli hakikatleri icaz üzere bildirmiştir. Ve bu hakikatleri insanlığa üsve-i hasene olarak tanımladığı peygamberin örnekliğiyle apaçık hale getirmiştir. Zira el-Âlim olan yaratılmışların neye ihtiyacı olduğunu en iyi bilendir. Şayet kulları arasından birilerini seçmeyecek olup kullarını kitap ile baş başa bırakacak olsaydı, (Haşa) insanoğlu kitabın anlaşılmadığını ve yorumlanmasının herkesçe yapılabilecek olduğunu düşünecek, belki de dünya hayatı harabeye çevrilecekti. Haddizatında Kur’an’ın kendisine teşri yetkisi verdiği Hz. Peygamberi (haşa) postacı kabilinden yorumlayanlar, O’nun sünnetinin bizlere intikalini imkânsız bulan kimseler, Kur’an’ın apaçık olduğu için O’nun sünnetine ihtiyaç dahi olmadığını savunanlar, bu halleriyle Kur’an’ muhaliftirler. Zira Kur’an Hz. Peygamberin teşri yetkisini bizlere şöyle ifade eder: "Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslâm’ı din edinmeyen kimselerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın.”Haşa

 Ayeti kerime çok açık bir biçimde Hz. Peygamber’e haram kılma yetkisi vermektedir. Helal ve haram kılma yetkisi teşri’ (kanun koyma) yetkisinin kendisine verildiğinin göstergesidir. İbare de sadece haram kılma yetkisinden bahsedilmesi helal kılma yetkisini de zımnen içinde barındır. Başka bir ayette ise şöyle buyrulur: "…Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çetindir.”Eğer bu kitap hak ise, içerisinde ki, her bir ayet kıyamete kadar baki ise, bu ayeti kerime de kıyamete kadar baki kalacak ise –ki biz böyle iman ettik.- bu ayet 21.yy. Müslümanına peygamberin onlara bir şey vereceğinden bahsediyorsa, Kur’an Allah’ın kitabı O’nu Allah verdi. Peki, Hz. Peygamber bana sünnetinden ve hadislerinden başka ne verebilir ki?

 

            Şayet buraya kadar, Hz. Peygamber’in sünnetine ve hadislerinin gerekliliğine  ve de yolumuzun aydınlığı olduklarına olan inançlarımız pekiştiyse, şimdi bu hadislerin ve sünnetin teknik açıdan bize intikaline ve bir ilim dalı olarak "Hadis Usûlü’nün” neşetine ve gelişimine bakmamız mümkün olabilecektir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Kur’an’ın ifadesiyle Kur’an apaçık bir kitaptır, ancak bunu Hz. Peygamber’in davranış ve tutumlarıyla O’nu önder ve rehber edinmeyle bunun mümkün olabileceğini bildirmiştir. Bu durum art niyetli kimseleri harekete geçirmiş ve Hz. Peygamber’den sonraki çağların O’na ittiba noktasında kendisini bedenen bulamayıp yalnızca ondan sadır olan hadislere ve sünnete ittiba edebilecek nesillerini yoldan çıkarmak adına bu hadislerin ve sünnetin doğru bir şekilde intikaline halel getirmek istemişlerdir. Bu bağlamda, tarihte hadis uydurma gibi vs. faaliyetler yürütülmüştür. Bunun gibi şek ve şüpheye yol açacak ve Müslümanların önünü tıkayacak fitnelerden kurtulmak ve gerçek sünnete ulaşabilmek bir ilim dalı olarak Hadis Tarihi’ni ve Hadis Usûl’ünü bilmeyi gerekli kılmaktadır. Aksi takdir de, bugün yaşanan hezeyanlar bitmek bilmeyecektir. Çağımız Ulemasından Allâme Muhammed Avvâme’nin de ifade ettiği gibi: "Bizi dört mezhebi bırakıp ‘Fıkhu’s-Sünne’ adı altında mezhepsizliğe davet eden kimselere cevabımız şudur: Sizin yolunuz Onların ki gibi olamaz. Zira Onlar, sünneti ve hadisi sizden daha iyi biliyorlar. Daha iyi biliyorlar derken; siz biliyorsunuz onlar daha iyi biliyorlar değil. Bilakis siz bilmiyorsunuz Onlar biliyorlar anlamındadır. Zira sizinle Onlar arasında ilmi açından bir münasebet yoktur. Bugün hadis ile ilgili tüm sorunlar, işkâllar ve inkârlar hadis şerhleri okumamaktan (ve hadis ilimlerini bilmemekten) kaynaklanmaktadır.” Bu ifadelere ek olarak hadis ilimlerinin eseri idrak noktasında yardımcı olduğu, ancak hüküm bina etme noktasında ayrıca Usûl’ü Fıkıh ilminin de rükün olduğunu bilmek gerekir. Bunun için Kadı Debbûsi’ye kulak verilmesi gerekmektedir: "İtikat ve amel boyutunda oluşan bidatlerin pek çoğunun asıl sebebi, haberi vahidleri Kur’an ve sünnet-i sabiteye arz etmeden onunla amel edip üzerine inanç hakkında hüküm bina etmekten kaynaklanır.”